Monday, October 31, 2011

Almanlar' ın Doğu Avrupa' ya yayılma politikası ne zaman dile getirilse aklıma şu isimler gelir:

Albrecht Der Baer, Clairvaux'lu Bernard ve Adolf Hitler.

Hayat acımasız ve adaletsiz. Keşke kardeş kardeş yaşasak ama yaşayamıyoruz ve bizim en büyük rakiplerimiz Almanya ve Rusya'dır. Almanya' ya vurmaya çalıştığımız en büyük darbelerden 1683 yılı 2. Viyana Seferi' nin bozguna dönmesinde her ne kadar Polonya'nın payı büyükse de ve Zaparoş kazakları yüzünden 17.yy da aramız açılmış olsa da Polonya ile varoluş mücadelesi yapmadık. Ama hem Polonya, hem de Türkiye, Doğu Avrupa'yı tehdit eden Almanya ve Rusya ile varoluş mücadelesine girdi. Bir başka Doğu Avrupalı devlet Macaristan'a gelince, Jagiellon hanedanı, Alman Habsburg kontrolunde olmaları sebebi ile bize bulaştılar ve yokedildiler.

Almanlar'ın Elbe Nehri Doğusu' na saldırma sebebi, Alman topraklarının kumlu olması ve tarıma çok elverişli olmadığına inanmalarıdır. Aslında çok yağmur ala bölgelerde toprağın kumlu olması birşey değiştirmez. Almanlar şu an Elbe Nehri Doğusu ve Oder Nehri Batısı' ndaki Doğu Almanya olarak tanıdığımız Brandenburg ve Saksonya'yı ellerinde tutuyorlar. Oder nehri Doğusu ise Polonya topraklarıdır. Alman yayılma hedefleri, Polonya'yı aşıp Dvina-Dnieper hattına, yani Belarus ve Ukrayna'ya dayanır.

Topraklarının çoğu Vistula-Oder nehirleri arasında kalan Polonya, Elbe-Oder nehirleri arasındaki Doğu Almanya'dan tarımsal açıdan farklı değildir. Belarus ise çok su kaynağına sahiptir ancak Vistula ve Dvina arasının büyük kısmı Pripet bataklığıdır.

Ukrayna toprağı ise mükemmele yakındır. Hem çok yağış alır, hem de tın oranı çok ideal seviyelerdedir. Bu sebeple 2. Dünya Savaşı'nda Alman saldırılarının ana hedefi Ukrayna idi.

Yurtlarını hegemonya altına almayı görev edinmiş öncelikle Almanya ve ardından Rusya' ya karşı Doğu Avrupa, Türkiye'nin stratejik müttefiğidir.

Türkiye' ye gelince, Türkiye toprakları aşırı kumlu değildir. Ancak yağış fakiridir. Geniş yüzölçümünden kurtarıyoruz. Fakat, Ziraat Bankası' nın hem kızı vermeyen hem de dünürü küstürmeyen, bir başka deyişle hem çiftçiyi borçlandırıp ve tarlasını iş yapamaz hale getiren hem de populistlik yapıp bu iş yapamaz tarlaların iş yapacak insanlara devredilmesini engelleyen politikası sebebi ile 1. - 2. sınıf tarlalarımızın büyük kısmı ya boş duruyor ya da faydalı üretim yapamıyor.

Salian Kilise İmparatorluğu'ndan Hohenstaufen Seküler İmparatorluğa

Salian-Hohenstaufen(ya da Staufer) dönemleri kıyaslayan bir Heiliges Römisches Reich yazısı karalayayım dedim.

Salian dönemde (1024-1125) Alman İmparatorları, Papalığı baskı altına aldı ve özellikle Heinrich III döneminde (1039-1056) Papalık bir memuriyet makamı oldu. Papa Gregory VII bu duruma karşı çıktı ve 1084-1105 arası imparator olan Heinrich IV'a karşı isyan bayrağını açtı. Bu kavgaya investiture krizi diyoruz ve Sakson savaşları gibi Alman sosyal düzenini etkileyen yan etkileri olmuştur. Investiture krizinin en önemli sonucu ise Alman Papa seçiminden kaçınılmasıdır. İmparatorluk Almanlar' ın elindeyken artık Papa, Frenk-Latin camiadan seçilmeye başlandı.

Supplinburger imparator Lothair III (1133-1137)' ün ardından uzunca bir süre Hohenstaufen hanedanı imparatorluk tahtında görüyoruz (1138-1208 ve 1215-1254). Hohenstaufenler'in en meşhuru Friedrich I Barbarossa (1155-1190) döneminde Alman Mukaddes Roma İmparatorluğu' nun Papa Alexander III' e karşı bir mücadelesi var (1159-1164 arasında Victor IV' ün ve 1164-1168 arasında Paschal III' ün Alexander III' e karşı Anti-Papa olarak atanması). Bu mücadelede Friedrich I' in Kuzey İtalya' ya ilki başarılı (1154) ve ikincisi Legnano da hezimetle sonuçlanmış (1176) iki büyük ve 2 de küçük seferi var.

Ancak Paschal III' ün 1168' te ölmesi ve 1176' daki Legnano bozgunu ile Friedrich I Barbarossa, Alexander III ile anlaşmak zorunda kaldı.

Barbarossa' nın sonraki en büyük aksiyonu 1190 yılında 3. Haçlı Seferi'nde Anadolu' yu ezmesi, Konya'yı yakıp yıkması ve Göksu Nehri'nde boğulmasıdır.

Hohenstaufenler' in Salianlar kadar Papalar ile ciddi çekişmeleri olmadı. Salian dönemde Almanya, İtalya, Burgondiya, Lotharingia (Mukaddes Roma İmparatorluğu) ve Fransa son derece güvensiz yerlere dönmüştü. Mukaddes Roma' da durum daha da içler acısıydı. Bu sebeple 1. Haçlı Seferi'ne (1096-1099) kadim Alman Stem Dükalıklarından (Bavaria, Suabia, Franconia, Thruringia, Saschen) katılım olmadı. Urban II zaten Haçlı Seferi için yapılan 18-28 Kasım 1095' teki Konsülü Clermont, Fransa' da yaptı. Kısaca Almanlar Haçlı Seferleri'nin başında oyun dışıydı. Fransa prenslikleri dışında tek katılım Mukaddes Roma' nın dış kapının mandalı mülkü Lotharingia-Anhalt' tan Godefroy de Boullion oldu (o da Kudüs'ü fethetmiştir).

Salianlar' ın aksine 3 büyük Staufer imparator (Conrad III, Friedrich I Barborossa ve Friedrich II) Haçlı Seferleri' ne önderlik etmişlerdir. Papalık ile çekiştiler ancak kendilerinden önceki hanedan Salianlar gibi geri dönüşü olmayan kavgalara girmediler.

Sunday, October 30, 2011

Fransa neden bir ulus devleti de Almanya değil? - 3

18 Eylül 2011

Fransa, 100 Yıl Harpleri' nde aristokrat şövalye askeri sınıfının çağdışı kalması ve avamdan profesyonel piyade ordusu kurulması ile uluslaşmaya başladı dedik.

Pekiyi, Fransız ihtilaline kadar neler oldu? Dışarıda neler olduğunu yazdık.

1618-1648 arası 30 Yıl Savaşları'nın en büyük galibi olarak Kıta Avrupası'nın Osmanlı İmparatorluğu ile beraber başat gücü oldular. İspanya' ya ve Mukaddes Roma'ya hükmeden Habsburglar'ın, Protestan Almanya'nın iyice kopması ile çöküşü başladı.

1701-1714 İspanyol Veraset Harpleri sonrasında Habsburg çöküşü devam etti. Zorlama da olsa Bourbon'ların İspanya' yı alması, Fransa' nın gücünü iyice arttırdı. Osmanlı ise Macaristan kaybı(1683-1699 felaketi) ile 1 numaralık görevini efektif olarak Fransa'ya devretti, 2 numaraya yerleşti.

1740-1748 Avusturya Veraset Harbi'nde Avrupa'ya diz çöktüremediler. Taht Habsburglar'ın son temsilcisi Marie Theresa ve Lorraine Dükü'nde kaldı.

1756-1763 7 Yıl Harpleri, Fransa için bir dönüm noktası oldu. Fransa kıtada olan badireler sebebi ile kolonilerine destek yollayamadı, lojistiği çöken Amerika ve Kanada birlikleri, Kolonileri Britanyalılar'a teslim etti. Ayrıca ezeli düşman Habsburglar ile yapılan ittifak, Fransa kamuoyunda büyük infial uyandırdı, bu Habsburglu Marie Antoinette'in idamında iyice görülür.

Pekiyi bütün bu ihtilale gidilen süreçte, Fransa içeride ne alemdeydi?

Ancien Régime Fransası, états généraux yapısı ile 4'e ayrılır. Masanın "başında" monarşi oturur, "sağında" aristokrasi, "solunda" çalışan sınıf, "karşısında" ise ruhban sınıfı otururdu. Sol ve sağ görüş yapısı Fransız états généraux sisteminden gelir, ve dini/manevi temelleri olan görüşler değildir, tamamen sınıfsal görüşlerdir.

Profesyonel ordunun bel kemiği 3. état (çalışan kesim), orduların profesyonelleşmesi, Avrupa'da sanayinin artması ve uluslaşmada/savaşlarda güçlenen kale sınıfı (Bourgeoisie, Almanca'da kale olan Burg kelimesinden türer) ile beraber aristokrasiye rakip oldular.

Feodal Avrupa'da toprak sahipliği inanılmaz ölçülerdedir. İhtilal öncesi Ancien Régime döneminde Orleans Dükü' nün 20 milyon dönüm toprağı varken bu en alt şövalyede 4000 dönüm civarı olurdu. Almanya'da toprak sahipliği topraklarında yaşanan 30 yıl harpleri, veraset harpleri, 7 yıl Harbi gibi olaylarla büyük değişimler yaşarken, Fransa'da aristokrasi Almanya kadar yıpranmadı. Biriken güç, Fransız İhtilali ile boşaldı, toprakların el değişimi sancılı oldu.

Bir diğer nokta da, Protestan Avrupa' nın ve Katolik olduğunu iddia eden Anglikan Britanya' nın kilise mallarına 16. yüzyılda el koymuş olduğu gerçeği. Avrupa'nın Almanya dışındaki ikinci başat aktörü Fransa, ancak ihtilal ile Kilise mallarına el koyabildi. Bu da ülkemizde Fransız Laikliği olarak algılanır ama Fransa, Protestan Almanya ve Britanya'nın 16. yüzyılda yaptıklarını ihtilalde rötarla yapmıştır.

Fransız ihtilali bir laiklik hamlesi değildir. Fransız ihtilali bir güç ve servet transferidir. Ayrıca profesyonel ordu olan Avrupa'da, profesyonel orduya tamamen zıt bir kavram olan feodal yapıyı çökertmiştir.

Bir başka aristokrat kıyımını, 20 Temmuz 1944 suikast ve darbe girişiminde Hitler yaptı ancak asla Fransız Devrimi gibi bir güç transferi söz konusu olmadı. Elbe Nehri Doğusu toprakları, Sosyalist Doğu Alman yönetimi tarafından devletleştirilirken, Elbe Batısı Almanya'da küçük boyutlarda olsa da Alman Aristokrasisi toprak sahipliğine devam etmektedir.

Fransa neden bir ulus devleti de Almanya değil? - 2

16 Eylül 2011

Bir önceki yazıda, Fransa'nın 1204-1214 arası merkezi otorite tesis ettiğini, bu otoriteyi Mukaddes Roma (Alman) İmparatorluğu' nun tesis edemediğini, 100 Yıl Savaşları'nın son evresi (1415-1453)'te Fransa halkının silah altına alınıp devlette bürokratik/memuri makamlar aldığını ve ulus devletleşmeye başladığını yazdık.

Bundan sonra Fransa'nın nasıl ihtilale ilerlediğini ve Almanya'nın birleşmesini anlatayım.

Fransa, 1453 yılında 100 yıl savaşları neticelenince, Almanya' nın Habsburg hanedanı 1477'de Burgondiya, 1516'da İspanya mülklerini ele geçirene kadar Avrupa'nın Osmanlı İmparatorluğu ile beraber başat gücü oldu.

İspanya Kralı Habsburglu Charles II'nin ölümünden sonra Fransa, 1701-1714 yıllarında cereyan eden İspanya veraset harbine girdi. İspanya Alman Habsburg kontrolünden çıktı, Fransız Bourbon ailesinin kontrolüne girdi (Bourbonlu Philip V İspanya Kralı oldu).

1740-1748 arasında ise Fransa bu kez babası Habsburg olan son vatandaş, Marie Theresa'nın İmparatoriçeliği' ni sınayan Alman/Avusturya Veraset Harbinin başat aktörüydü. Harbin sonunda Marie Theresa ve kocası Lorraineli Francois I, İmparatorluk makamını korudular.

İspanyol ve Avusturya Veraset harplerinde, Habsburg Almanya'sı Fransa'nın rakibiydi.

Lorraine ailesinin damat olması ile beraber Avusturya Veraset harbi bitişi ile umulmadık bir gelişme oldu, Fransa ile Habsburg yakınlaşması. Silesya kontrolü için Saksonya ve Brandenburg Prenslikleri (iki prenslik de Protestan Almandır) arasındaki mücadele ile başlayan ve 1756-1763 yıllarında cereyan eden 7 yıl savaşlarında (Aslında ilk dünya savaşı 7 yıl Savaşlarıdır) bu kez Habsburg Katolik Almanyası ve Fransa aynı saflardaydı. Bu ittifakın bir ürünü de habsburglu Marie Antoinette'nin Fransız Kralı Louis XVI ile evli olmasıdır.

Fransa' nın artık yönetime dahil olan halkı, bu ittifakı gururlarına yediremediler. Zaten İspanyol Veraset Harplerinden beri süregelen sorunlar, ardarda patlayan Avusturya Veraset ve 7 Yıl Savaşları ile bozulan Fransız sosyal düzeni, Kilisenin ve aristokrasinin o zamanda elinde bulunan büyük topraklar, Fransız orta ve alt sınıfını duruma müdahale etmeye zorladı. 1789 ihtilalinde Aristokrasi ve Kilisenin elindeki mallara el kondu ki kilise mallarına en son el koyan uluslardan birisi Fransızlardır ama ne hikmetse bizde Katı şekilci laik anlayış, Fransız jakobenizmi olarak adlandırılır. Oysa ki Fransız ihtilali, ardarda vuku bulan iki harbin sonucunda ortaya çıkmış, asıl amacı "SERVET TRANSFERİ" olan ve bunu başaran bir ihtilaldi.

Bu ihtilalin beklenmedik yan etkileri de oldu, en meşhuru Napoleon'dur.

Gelelim geç kalmış Almanya Birleşmesine.

Bir not verelim, 2 Aralık 1806 yılında Austerlitz Muharebesi' nde Napoleon Fransası, Alman ve Rus İmparatorluk ittifakını yendi. 1806'da zaten otonom Prensliklerin zoraki birleşmi olan 1. Alman İmparatorluğu (962-1806 arası yaşadı) efektif olarak son buldu, Kuzey Alman prenslikleri ve Avusturya olarak iki parçaya ayrıldı. Zamanla Avusturya konumunu biraz toparlayarak Macaristan ile birleşti ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu oluştu.

Kuzey Alman Prenslikleri ise Habsburg Avusturyası ile 1866'da Königgratz'da, Fransız İmparatorluğu ile 1870'de Sedan'da savaştı. Mağlup Fransa'nın Versailles sarayında Prusya önderliğindeki Kuzey Alman Prenslikleri ittifakı 2. Alman İmparatorluğu (İkinci Reich) olarak kuruldu, Prusya Kralı Hohenzollernli Wilhelm, Wilhelm I olarak Alman İmparatorluk tahtına oturdu.

Bu birleşim tam olamadı zira Avusturya bu imparatorluğun dışındaydı. Dünya üzerinde yaşayan Almanların tamamını merkezi otoriteye ancak 2. Cihan Harbi öncesi ve harp döneminde Avusturya(Anchluss), Çekoslovakya-Sudetenland ve Polonya' yı işgal eden Hitler bağlamıştır. Almanya, asla bir Fransa gibi ulus-üniter devletini kuramadı. Fransa'da Philip II Augustus' un 1204'te yaptığını Almanya'da gerçekleştiremediler.

Fransa neden bir ulus devleti de Almanya değil?

16 Eylül 2011

Fransa neden bir ulus devleti de Almanya değil?

Daha önceki yazılarımda bahsettim. Fransa'nın 1180-1223 arası kralı Philip II de Capet (Augustus), 1204 yılında İngiltere'yi de yöneten Batı Fransa'nın hakimi Fransız Anjou-Plantegenet ailesinin Gaskonya hariç Fransa'daki bütün mülklerine el koydu ve Fransa'nın merkezi otoritesini sağlamlaştırarak rakibi Alman İmparatorluğu'nun bir adım önüne geçti. Bu merkezi otoriteyi dağıtmak için Anjou ailesinin yeğeni Alman İmparatoru Otto IV von Brunswick, 1214 yılında Bouvines'te Philip II' nin üzerine yürüdü ama bu muharebeyi kaybetti. İşte Fransa'yı merkezi uluslaştıran ilk olay budur. Ve Alman İmparatorları hiçbir zaman 5 Stem Dükalık (Bavyera, Suabia, Thuringia, Franconia, ve Saksonya) ve bu dükalıkların Brandenbburg, Avusturya gibi yavru Dükalıkları' nı merkezi bir otoriteye bağlayamadı.

İskoçya ve İngiltere arasında 1314 Haziran'ında cereyan eden Bannockburn Meydan Muharabesi ise Avrupa'da genel bir uluslaşmanın başlangıcını tetikledi. Bizim Braveheart filminde izlediğimiz 1297 yılı Stirling Muharebesi'nde İngiliz ağır süvarisi, dörtnala taarruzda iki insan boyu mızraklarla imha edilmişti. Böyle bir olay hakikaten gerçekleşti ama bu taktik William Wallace tarafından Stirling'de değil de İskoçya'nın 1306'da krallık makamını ele geçiren ve yine filmde sıkça karşımıza çıkan Robert de Bruis(şaşırmayalım, o da bir Fransız) ya da bulunduğu ülkenin dilinde Robert the Bruce tarafından Bannockburn' de 1314 yılında uygulandı.

İngiltere kadar yoğun bir Fransız aristokrat kastı bulundurmayan İskoçya, aristokratlardan oluşan ağır atlı şövalyelere karşı bir taktik geliştirmek zorundaydı. Bu taktik de, tarihin çeşitli aşamalarında gördüğümüz Phalanx, Lejyoner gibi birimlerin dahil olduğu disiplinli piyadeler klübüne yeni bir üye olan "Schiltron" lardı. İki insan boyunda devasa mızraklarla iyi bir anti-süvari birimiydiler.

İngiliz yönetimini oluşturan sürgün Fransız aristokrasisi, İskoçya' da aldığı bu dersleri iyi çalıştı. Çalışmak zorundaydı çünkü 1204'te Fransız topraklarına el konduğundan, koca Fransa kadar şövalye çıkartabilecek ekonomik bir gücü kalmamıştı. Düzenli piyadeye önem verdiler. Düzenli piyade de aristokrat sınıfından ziyade dönemin orta kesimi Yeoman'lardan oluşuyordu. Bu da orta sınıfı orduya dahil ederek ülke yönetiminden pay veriyordu.

Fransa yönetimi ise aynı dönemde, asi Anjevin partiyi İngiltere ve Gaskonya' ya sürmüş, iktidarını sağlamlaştırıyordu. 1328 yılında Fransa Kraliyet makamı Capet ailesinden aynı ailenin farklı soyad taşıyan Valois ailesine geçti. Bunun sebebi Fransa'da Kraliyet ailelerinde soyadı ailenin en büyük ferdi taşır. Ailenin diğer erkek evlatları ise atandıkları makamı soyad olarak alır, örneğin Burgogne, Valois, Alençon gibi. Son Capet soyadlı aile ferdi Charles IV ölünce, yine aynı Patrilineal soydan ama Valois soyadlı Philip VI tahta geçti. Bu bir Salian yani Almanya'nın Salian Frank geleneğidir. Fakat Charles IV'ün kız kardeşi Isabella da İngiliz Kralı ve Gaskonya Dükü Edward III' ün annesiydi, haliyle İngiliz Kralı Edward III' ün de bu tahtta hakkı vardı. Edward III bir kere Fransızdı, batı Fransa'nın en büyük ailesi Plantegenet-Anjevin ailedendi. Annesi Isabelle, Capet ailesinin son temsilcisiydi. Özetle, Edward III'ün önündeki tek engel mülk mirasını baba soyuna(patrilineal) bırakan Salic kanundu.

Çok geçmeden Philip VI D'Valois ile Edward III D'Plantegenet/Anjou arasında Fransa tahtı için bir harp koptu(1337). Bu harp 1453 yılına kadar sürdü ve harbin 3 evresi vardır.

1)Edward III ve oğlu Kara Prens Edward'ın başta Poitiers ve Crecy olmak üzere galibiyetleri. (1337-1360)

2)Valois hanedanının geri saldırısı (Bertrand du Guesclin başkomutanlığında). (1369-1389)

3)Ve son dönem, Büyük Lancaster-Plantegenet taarruzu, ardından Jean D'Arc ve ardılların Kontr-taarruzu (1415-1453).

Bizim konumuz uluslaşma süreci, bu yüzden ben son bölüme değineceğim. Almanlar her ne kadar çalışkanlıkları ile Avrupa'nın en güçlü ve imparatorluk makamını elinde bulunduran toplumu olsa da, toprakları en büyük ve en zengin olan ülke Fransa'dır. Bu da feodal toprak yönetimi ürünü olan şövalye sayısının fazla olmasına yol açıyor. 1415 yılı 25 Ekimi'nde cereyan eden Agincourt Muharebesi için Fransa 15000 kadar şövalye mobilize etti, bu inanılmaz bir rakamdır. Yalnız disiplinli İngiliz Piyadesi, her biri bireysel anlamda savaş makinesi olan ama toplu savaş taktikleri olmayan bu şövalyeleri arazinin yardımıyla da yoketmeyi başardı.

Tabii bir anda onbinlerce şövalyesi yokolan Fransa da en sonunda 1314 yılında İskoçya'da şövalyeleri yokolan İngilizler gibi orta halli halkını silah altına aldı. Profesyonel Valois Fransasının ordusu zorlanmadan sayıca az ve Fransa da destek bulamayan Lancaster-Anjou/Plantegenet İngilteresi' ni kıtadan kovdu. Artık Fransa sadece merkezi değil aynı zamanda ulus devlet de olmaya başlamıştı.

Orta halli halkın Fransa'da silahlanması, gücünün artması, ülkemizde asla anlaşılamayan Fransız Devrimi'ne kadar giden bir sürecin başlangıcıdır. İnşallah ülkemizde son derece yanlış tanınan Fransız İhtilali'ne de değinme fırsatım olur.

15 Eylül 2011

Çanakkale cephe çarpışmaları, Fransa-Almanya arasındaki Batı Cephesi' nin yanında küçük bir çatışma seviyesinde kaldı. 1. Marne, Somme, Verdun gibi her biri Çanakkale' den çok daha kanlı olan muharebeler içeren ve Atlantik kıyısındaki Ypres' ten İsviçre' ye kadar uzanan bu devasa cephedeki akılalmaz boğazlaşma 4 yıl sürdü, yaklaşık 6.5 milyon Fransız askeri ve 6 milyon kadar da Alman askeri savaş dışı kaldı. Fransız sol kanadına yardımda bulunan İngiliz ve Belçika kayıplarını da katarsak, Batı Cephesi müttefik kayıpları tam 8 milyonu bulur.

Çanakkale deniz muharebeleri için de birşeyler anlatmak gerekirse, Queen Elizabeth dışındaki zırhlıların tamamı döneminde geri kalmış/eskimiş kabul edilmesi gereken Dretnot öncesi zırhlılardı. Bunun sebebi ise Fransa ordusunun sol kanadını koruyan İngiliz silahlı gücünün donanmasının en iyi gemileri, Bellerophone sınıfı (3 zırhlı), St. Vincent sınıfı (4 zırhlı), Colossus sınıfı (2 zırhlı), Orion sınıfı (4 zırhlı), King George V sınıfı (4 zırhlı), Iron Duke sınıfı (4 zırhlı), Queen Elizabeth sınıfı (İsim veren gemisi Çanakkale' ye geldi, kalan 4 zırhlı gelmedi), Royal Sovereign sınıfı (5 zırhlı) zırhlılar, Fransa' nın sol kanadını kuşatabilecek Alman Açık Deniz Filosu' na karşı bölgeden ayrılamıyordu. Nitekim İngiliz donanması ile Alman donanması tarihin en sonuçsuz ama en kanlı ve en büyük deniz (topçu düellosu) muharebesi olan Jutland' da karşı karşıya geldiler (31 Mayıs 1916).

Ancak Alman, Avusturya ve karşımızadaki müttefik orduları yaşadığı bollukta askerinin miğferlerinin birisini alıp diğerini değiştirirken, biz silah altına aldığımız 1 milyon askere yedirecek ekmek bulamıyorduk ki bu utanç duymamız gereken bir durumdur aslında ve tarıma yoğun olarak eğilmemiz gerektiğinin bir sinyalidir. Bu yüzden düşman kurşunu kadar bu harpte hastanelerde kayıp verdik. Ayrıca daha 1912' de Balkan harbinde sokak çetesi sayılacak Bulgar ordusu tarafından dağıtılmış ordu, Çanakkale' de karşısına yarım yamalak çıkmış olsa da bizden çok daha güçlü ve modern bir Anglo-Frenk silahlı gücünü yendi. Ağabeyimiz Almanya başta olmak üzere herkes şok geçirdi. Bunun yanında, bizden çok daha zengin olan Mihver ittifakının 2. elemanı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu' nun hiç askeri başarısı yokken Türk ordusu sadece Çanakkale cephesinde değil, Mezopotamya ve kısmen de olsa Doğu Cephesi' nde başarılar kazandı. Kut-al Amara' da İngiliz komutanı Townsend esir alındı. Yorktown' dan, Singapur' a, Kut-Al Amara en kötü İngiliz mağlubiyetiydi. Yani ölümüz, Avusturya-Macaristan' ın dirisinden daha çok iş yaptı.

Çanakkale' nin en önemli tesiri ise, uçak gemilerine duyulan ihtiyacın artmasıdır. Denizci kurmaylar Amiral Nelson' un bir sözünü çok iyi hatırlarlar. Ancak aptal bir denizci karada konuşlu bir batarya ile topçu düellosuna girer. Çanakkale' den sonraki tüm büyük çıkartmalar/denizden saldırılar hava desteği ile yapıldı. 2. Cihan Harbi' nde Guadalcanal, Saipan , Peleliu, Normandiya, Iwo Jima, Okinawa çıkartmaları çok daha dirençli ordulara karşı uçak gemisi desteği ile ya da yakınlarda bulunan bir hava üssünden kalkan uçakların desteği ile yapıldı ve başarılı oldu.

Çanakkale dünya savaş tarihinde önemli dersler öğreten muharebelerden birisidir. Ama Batı Cephesi ile kıyaslanamayacak kadar düşük yoğunlukludur ve Çanakkale' ye gelen düşman donanması ve ordusu, düşmanın imkanları açısında ikinci sınıftır. Birinci sınıf düşman gücü Alman tehlikesine karşı Batı Cephesi'nde bulunmaktaydı. Çanakkale 4 yılı aşkın süren Batı Cephesi' nden çok daha kısa sürmüştür, Batı Cephesi' nden çok daha küçük bir alana sıkışmıştır. Ama en önemlisi 1. Cihan Harbi' nin karar verici(decisive) alanı değildir, 1. Cihan Harbi' nin karar verici bölgesi Batı Cehpesi' dir. Karar verici aktörleri ise Altantik kıyısındaki Ypres' ten İsviçre' ye kadar bulunan bölgede boğazlaşan Almanya ve Fransa' dır. Ancak Çanakkale'nin bir özelliği vardır.Dünyada çok az savaşta bu derece ekipman, moral, eğitim seviyesi farkı varken, düşük seviyedeki güç yüksek seviyedeki gücü yenmiştir. Bunda da tabii ki 25 Nisan' da, ihtiyat 19. Tümen komutanı MUSTAFA KEMAL'in 57. Alayı ile Sarı Bayır/Conkbayrı' nda 9. Tümen' in 27. Alayı' nın imdadına yetişmesinin payı büyüktür zira muharebenin amfibi saldırısı başladığı gibi bitecekti. Çanakkale' nin Türkiye ve Dünya için önemi ise bu gerçektir. Can çekişen Türk Ordusu komutanı Mustafa Kemal Atatürk' ü bu muharebede buldu. Türkler, 1. Haçlı Seferleri' nden sonra Marmara ve Ege' den sürüldüğü gibi yine İç Anadolu' nun bozkırına sürülecekti. Ama hesaplar altüst oldu, Birinci Cihan harbinin çok önemli olmayan bir cephesinde, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği birşey olmuştu.

1. Cihan Harbi'nde cephe gerisindeki kayıplarımızın yüksekliği tam rakamlara ulaşmamıza engel teşkil edecek seviyede. İç Anadolu'nun kurak iklimi,kaliteli çiftçilerimizin Balkan topraklarında olması sebebi ile Balkan Harpleri sonrası elinde sadece Anadolu kalan Osmanlı İmparatorluğu büyük bir gıda darboğazına girdi. Cihan Harbi'nde 1 milyonluk bir ordu mobilize ettik ama bu askeri besleyemedik. Örneğin sadece Çanakkale'de cephe şehidi sayımız 50.000 iken, bu rakam hastane kayıplarında 30.000 civarıdır. Bu rakam inanılmaz bir oran ve tek açıklaması kıtlıktır. Bir neslimiz bu savaşta yokoldu.

13 Eylül 2011

Profil Resmim-Fatih Guillaume ya da ülkesi Fransa'da Guillaume le Conquérant ya da fethettiği İngiltere'nin dilinde William the Conqueror.

Bu yazımda Fatih Guillaume'nin kararlılığı ve etkilerini dile getireceğim. Kuzey Fransa'nın en önemli derebeylerinden olan Normandiya Dükü Guillaume,1066 yılında akrabası Aziz Edward'ın (Edward the Confessor-şehit olmayan azizlerine confessor der İngilizler) ölümü ile İngiliz tahtında hak iddia etti. 1066 öncesi İngiltere, İskandinav Cermen gelenekleri ile yaşayan, ortaçağın hızla ilerleyen Avrupa'sının gerisinde kalmış ve sürekli istila edilen/yağmalanan bir ada devletiydi.

Guillaume'nin 14 Ekim 1066 Hastings Muharebesi galibiyeti ile İngiltere'yi istila etmesinden sonra Fransız kimliği hızla İngiltere'ye yayıldı. Avrupa'nın iki büyük sac ayağı vardır. İlk sac ayağı 843'te Verdun Antlaşması ile Doğuda kalan ve zamanla Karolenj İmparatorluğu makamını alan Almanlardır. İkinci sac ayağı ise Karolenj İmparatorluğu'nun Batı Parçası olan Fransa'dır. Bu iki büyük güç ortada kalan 3. kısım Lotharingia(Belçika/Hollanda/Lüxemburg), Burgondiya(Alsace ve İsviçre'nin Fransız Kantonu) ve İtalya Krallığı(Kuzey İtalya ve İsviçre'nin İtalyan Kantonu) için 843 yılından beri harp etmiştir. Fransa ve Almanya, hiç bir zaman fethetmek istedikleri 3. bir bölgeye güçlerinin tamamının projeksiyonunu gerçekleştiremediler çünkü arkalarında kalan ezeli rakipleri hep bir tehditti. Mesela Sultan 1. Süleyman, daima Fransa'yı, Habsburg Almanya'sına karşı kullanmıştır.

İşte Fatih Guillaume'nin İngiltere fethi, Franko-Alman medeniyeti bu kısır döngüden çıkardı.Avrupa'da hakimiyet kavgası sebebi ile Avrupa dışına tam konsantre olamayan Fransa ve Almanya yerine, Avrupa kültürünü almış İngiltere(İleri Sömürgecilik çağında artık Birleşik Krallık) yeni kıtaları birer birer fethederek hem Hristiyan-Avrupa kültürünü yaydı, hem de bu sömürgeler Avrupa'ya büyük katmadeğer sağladı. Tabii ki sömürgecilikte İngiltere kadar katkısı olan İspanya, bütün Alman tehdidine rağmen Fransa, Hollanda, Portekiz gibi ülkelerin de payını unutmayalım.

Gelelim, Fatih Guillaume'e. Babası Muhteşem Robert, 1020li yıllarda, kalesinin penceresinden bir köylü kıza(Falaise'den bir dericinin kızı Herleva) aşık oldu ki o dönemde bırakın milyonlarca dönüm toprak sahibi bir Dükü, 4-5 bin dönüm toprağı olan bir şövalye için bile imkansız bir birleşmedir bu. Ama Robert, komşusu Boulogne Kontu gibi Karolenj kanından bir gelin almak yerine aşkının peşinden koştu ve Herleva ile birleşti. Tabii ki bu birleşme Kilise tarafından onanmadı, koskoca Normandiya Dükü kıymetli bir ittifak kurabilinmesi için evlendirilmek üzere bekletiliyordu. Bu gayrı meşru ilişkiden 1027 yılında bir çocuk doğdu, adı Guillaume(William) kondu.

Guillaume'un çocukluğu da gençliği de zorluklar içinde geçti. Gayrı meşru olduğu için akrabalarının öldürülmek üzere hedefi oldu. Babası Muhteşem Robert 1035 yılında öldüğünde 8 yaşındaydı ve Dükalık William' a babası tarafından miras bırakılmıştı. Gençliği isyanlarla uğraşarak geçti. Ama yılmadı ve bu aksilikler Fatih Guillaume'nin kararlılığını arttırdı. 1066 yılında Britanny Dükalığı, Flanders Kontluğu, Boulogne Kontluğu, Vermandois Kontluğu gibi Kuzey Fransa' nın neredeyse tamamını İngiltere fethi için mobilize edecek güce ulaştı.

İngiltere'yi fethettiğinde ise bütün İngiltere'yi 4 parçaya böldü. Bir parçasını kendisine ayırdı. Bir parçasını en yakın 10-15 kontuna, bir diğer parçasını ise 200 civarı baronuna ve son parçasını ise 5000 kadar şövalyesine dağıttı. Bugün hala İngiltere topraklarının %60'ını William ile beraber Fransa'dan gelen aristokrasi sınıfı yönetir.

Ben Fatih Guillaume'nin kararlılığına çok hayranım. Ayrıca kendi isteği dışında gelişen İngiltere'nin Avrupa kültürüne ilhakı da 1066 fethinin tarihsel önemini gösterir. Birbirilerinin altını oyan Fransa ve Almanya kadar güçlü olmasa da, kolonizasyon/sömürgecilik savaşlarına ekonomik kaynak sağlayabilecek bir denizcilik devletinin temelleri atıldı.

10 Eylül 2011

Gelelim İsrail'in bugün yaptıklarına ve dün onlara yapılanlara.

Roma-Katolik Avrupa'daki Yahudi karşıtlığı sebebi ile Yahudiler 19. yüzyıla kadar şehirlerde ablukaya alınmış gettolarda yaşamaya zorlandılar.

İkinci Cihan Harbinde yıldırım hızı ile 39da Polonya'ya, 41de de Batı Sovyet coğrafyasına giren Almanlar, Yahudileri bulundukları şehirlerde getto bölgeleri kurarak sıkış tepiş yaşattılar. Bu gettolar tamamen abluka altındaydı. Gettonun bulunduğu bölgenin komutanının izni dışında (mesela Doğu İşgal Bölgeleri genel direktörü Alfred Rosenberg) kimse içeri bir şey sokamıyor ya da dışarı birşey çıkartamıyordu.

20 Ocak 1942 Wansee konferansında üst düzey bir Nazi çalışma grubu (Reinhard Heydrich önderliğinde) Yahudiler için en iyi çözüm eksterminasyondur kararını verdi ve gettolar kısım kısım boşaltılarak populasyonu sıvılaştırmak(Almanlar bu terimi kullanırdı) amacı ile yoketme kamplarına yollandı. Gerçi konumuz bu değil, çok şükür İsrail yoketme/eksterminasyon kamplarına başvurmuyor.

Wansee konferansı sonrası Theresianstadt gibi göstermelik gettolar devam etti. Ama Müttefik Güçlerin 6 Haziran 1944'te Normandiya çıkarması ile Avrupa'ya ayak basması ve daha önemlisi Sovyet Ordusu'nun Bagration operasyonunda bütün Belarus'u ele geçirip koca Alman Ordu Grubu' nun 50 tümenini yoketmesi ile bu göstermelik gettolar da savaşı kaybediyoruz korkusu ile boşaltıldı ve Auschwitz-Birkenau gibi eksterminasyon kamplarına yollandı.

Tabii ki abartıp İsrail eksterminasyon kampları işletiyor demeyeceğim ama ne yazık ki bugün İsrail gettolar işletmekte. Yalnız 20 Ocak 1942 öncesinde de Almanlar sadece gettolar işletiyordu bunu da belirtelim.

10 Eylül 2011

Yazıma öncelikle İsrailsiz bir Ortadoğunun en az yayılmacı İsrailli bir Ortadoğu kadar karışık olacağını belirterek, İsrail haritadan silinmelidir mantığını çok sakıncalı bulduğumu belirterek başlıyorum. Ben bu yazıda İsrail'i ve sistemini, Dısişleri Bakanımız Davutoğlu gibi sadece Ortadoğu penceresinden bakarak anlayamacağımızı anlatmak için İsrail tarihine değineceğim.

İsrail, Flavian Hanedandan Titus' un büyük saldırısına kadar Judea, yani bugünün İsrail'i ve hegemonyasında ezilen Filistin toprakları hep büyük güçlerin saldırı odağı oldu. Mısırlılar (Firavun Şişak MÖ 930-920ler), Babilliler (Nabukadnezar MÖ 597 ve 587), Persler, Yunanlılar (Megas Alexandros, Antiochus ve ötekiler) tarafından Judea çeşitli işgallere maruz kaldı. Nabukadnezar'ın MÖ 587 saldırısı efektif olarak Judea Krallığı'nı sona erdirmişse de,Judea'da Flavian Roma İmparatoru Titus (MS 79-81) dönemine kadar yoğun bir Yahudi yerleşimi söz konusu.

Bütün bu işgallerde devrin tek Tanrılı iki dininden birisi olan Yahudilik(ötekisi de Pers dünyasındaki Zaroastrianlıktır) çok tanrılı dinlerle dolu Yunan, Yahudi olmayan Semitik, Koptik, Elen-Yunan ve Latin camia ile aralarında bir problem teşkil etti. Çok Tanrılı dinlerin genelinde yer alan Hükümdar=Tanrı kavramını inançları gereği benimseyemediklerinden Özellikle Babilliler ve Latinler(Romalılar) ile sorunlar yaşadılar. Bunun yanı sıra Tek Tanrılı Pers-Akamanış İmparatorluğu ile aralarında bir ittifak görürüz.

Judea'daki en problemli iktidar Roma iktidarı oldu zira yukarı paragrafta bahsettiğim Hükümdar=Tanrı (Roma İmparatorları Divi yani Tanrısal ünvanlarını öne çıkartırdı) kavramı epey sorun yaratıyordu. İkona kırıcı gelenekleri ile Roma İmparator heykellerini yıkmaları Roma'yı daha baskıcılaştırıyordu. Bu baskıları en yoğun uygulayan Flavian hanedan MS 66-73 arasında son büyük Yahudi isyanını bastırdı.

Bütün bu işgaller, baskılar Yahudilerin bir kısmınının büyük ölçekte Avrupa ve Asya'ya yayılmasına sebep oldu. Tabii MS 1.yy dan itibaren gittikleri Avrupa'ya 2. ve özellikle 3. yüzyıllarda pek ummadıkları bir başka şey daha göçetti: Hristiyanlık. Her ne kadar İsa'yı çarmıha geren Romalılar olsa da, bir miktar devrin Yahudi otonom yönetiminin de payı olması sebebi ile Avrupa Hristiyanları Yahudilere pek iyi gözle bakmadı. Yahudilik dini kurallarının da sıkı olması sebebi ile Hristiyanlık kadar bünyesine insan toplayamadığından epey küçük bir azınlık haline dönüştü. Hristiyanlığın bütün kurumları ile Avrupa'yı hakimiyet altına alması ile Roma ve Babil baskısının yerini Roma-Katolik Kilise baskıları almıştı.

Yahudiler, Roma-Katolik Avrupa'da sayılamayacak kadar çok katliam ve soygunlara maruz kaldılar. İngiltere Kralı Edward I döneminde, Kastilya ve Aragon Birleşimi sonrası İspanya'sında Thomas de Torquemada engizisyonunda, Romanov Rusya'sın da 1880-1920 arasında büyük mezalim yaşadılar. Son yaşadıkları Nazi katliamı arefesinde o kadar çok kanıksamışlardı ki bu ezilmeyi, 33-39 arası bütün ekterminasyon sinyallerine rağmen Almanya'yı terketmeyen Yahudilerin sayısı azımsanamazdı. Nasıl olsa yeni bir baskı, bu da geçer gider dediler ama 20 Ocak 1942'deki Wansee konferansından sonra çok geç kaldıkları anlaşıldı. Çoğu insan katilamı sadece Almanlar'ın yaptığını sanar ama Fransa, Belarus, Rusya, Ukrayna, Polonya, Baltıkeli gibi işgal bölgelerindeki Yahudilerin saptanması ve ele geçirilmesi işini yerel halk icra etmişti. Yani bu son katliamı da Avrupa bir bütün olarak icra etti.

Bugün Avrupa ve ABD kendi çıkarlarında İsrail'i desteklemekteler ve bu desteklerin arkasında duygusal bağ, kara kaşa kara göze hayranlık beklemek saflık olur. ABD'nin desteği daha çok enerji çıkarları ve Yahudi Lobisinin gücü iken, Batı Medeniyeti'nin omurgası Avrupa'da bu sebep farklıdır. Kendi medeniyetlerinin bir parçası olan Romalılar'ın Avrupa'ya Yahudilerin göçmesi ile açtıkları sorunu, en son Hitler Almanya'sı olmak üzere katliamlar ile denediler. İsrail'in 194'de kurulması ise yurtlarında Yahudi istemeyen Avrupa için bir nimet oldu. İsrail'in yıkılması ve halkının Avrupa'ya geri göçmesi korkusu asla Avrupa'yı İsrail'in yanında ayırmayacaktır.

Benim şahsi görüşüme gelince. Ben İsrailsiz bir Ortadoğunun, İsrailli bir ortadoğudan daha güvenli olacağına inanmıyorum (Örnekler Kara Eylül'de Ürdünlülerin 10binlerce Filistinliyi öldürmesi, İran-Irak savaşı, vs...). Problem İsrail'in Ortadoğu'da barışçı bir politika izlememesi. Zaten yukarıda belirtmiş olduğum sebeplerden(Avrupa'nın kayıtsız İsrail desteği) teknik olarak İsrail'in yıkılmasının imkansız olması ve bu sebepten ötürü Araplar'ın İsrail ile yaşamaya kendisini alıştırması lazım.

İsrail'e gelince savaş ekonomisine, yani 400 civarı üst düzey savaş uçağı, binlerce tank ve öteki zırhlı aracı, yüzlerce helikopteri uçurmak ciddi bir finansal girdap oluşturmakta. Sırf bu harbe devam edebilmek için gençleri köle hayatı sürmekte. Artık refah isteyen İsrail gençleri de İsrail'in daha barışçıl bir çizgiye gelmesini sağlayacaktır. Ancak Araplar İsrail haritadan silinmeli iddiasına devam ederse, bu İsrail'in savaş ekonomisi savunucularının elini güçlendirir. Benden söylemesi...

Ewald von Kleist ve Wehrmacht servisinde Türkler.

8 Eylül 2011

Ewald von Kleist ve Wehrmacht servisinde Türkler.

von Kleist ailesi içlerinde bir şair de bulunduran, renkli ve 1700 acre(6800 dönüm)lik bir çiftliğe sahip Junker (Prusya Aristokratı ve subayı) ailesi.

Bu ailenin de Nazi Almanyası servisinde çalışmış iki ferdi bulunmakta. İlki, Almanların ilk Panzer kolordusu komutanı Generalfeldmareschal Paul Ludwig Ewald von Kleist, ikincisi de Hitler' e suikast girişiminin bir parçası olan Ewald von Kleist-Schmerzin.

Bizim konumuz Panzer generali (ve ileride mareşali) olan Paul Ludwig Ewald von Kleist. von Kleist gerçekten ailesinin renkli karakterinin her karışını bünyesinde topladı. Yüksek genel kültür seviyesi ile Güney Cephesinde en fazla Sovyet vatandaşını Sovyetler Birliği' ne karşı ayartan Alman kurmayı von Kleist' tır.

Tabii ki ayartılan bu vatandaşlar içinde Türkler çok önemli bir yere sahiptir. Bu Türkler'in en meşhuru da Rusi Nasar'dır.

Önce bir von Kleist' lı doğu cephesi özetini geçelim. 1941 Yazı Barbarossa Taarruzu: Kuzey Ordu Grubu Leningrad'a, Merkez Ordu Grubu Moskova'ya ve v.Kleist'ın 1. Panzer Grubu(ileride Ordusu)nu bulunduran Güney Ordu Grubu da Ukrayna'ya saldırdı, Rostov'a kadar dayandı.

1942 Yazı Mavi Durum Taarruzu: Güney Ordu Grubu, A ve B gruplarına bölündü. B grubu fertleri Baron Maximillian von Weichs komutasındaki Alman 2. Ordusu Voronez'e, Paulus'un 6. ordusu Stalingrad'a, Hoth'un 4. Panzer ordusu da önce Rostov'a ardından 6. orduya destek için Stalingrad'a yüklendi. List komutasında Kafkaslara yürüyen A grubunu ise zamanla A grubunun 1. Panzer ordusunu yöneten v. Kleist aldı.

v. Kleist, Sovyet topraklarındaki ilk iki yazında (Sovyet coğrafyası ancak yazları ciddi manevralara elverişli olduğundan yaz kavramı kullanılır) v. Manstein gibi vahşi Alman komutanlarının aksine centilmen sayılabiliecek bir yönetim sergiledi. Mümkün olduğunca esirlerine iyi davrandı, yerel halka itina ile muamele etti ve en önemlisi bu centilmenliği ona yerel halkta popularite kazandırdı.

Rusi Nasar gibi bir çok Sovyet vatandaşını Alman saflarında çarpıştıran bu 20. yüzyıl şövalyesi karakteri olan v. Kleist' tır. Hatta katı ırkçı Alman subaylarında bu pek hoş karşılanmamıştır.

Harpten sonra Yugoslavya'da yargılanan v. Kleist Sovyetler'e yollandı ve Sovyetler çok yanlış bir suçlama ile v. Kleist'ı çalışma kamplarına mahkum ettiler. Yazık ki Kleist bu kamplarda vefat etti.

Türk milliyetçi kesiminde bir Nazi hayranlığı vardır ama şunu bir kere belirtelim bu Türki kökenden insanları Alman ordusunda çarpıştırma fikri Almanya'da ne parti ne de devlet politikası oldu. Bu tamamen v. Kleist'ın eseridir.

Rusi Nasar'a gelince. v. Kleist'ın 44'te görevden alınmasından sonra er olarak Batı cephesine yollandı. Savaştan sonra Türki diller, Almanca ve Rusça' ya hakimiyeti sebebi ile Amerikalıların dikkatini çekti ve CIA' ya alındı. Heinze ile beraber Türkiye' deki en önemli 2 CIA mensubundan birisi oldu.

6 Eylül 2011

Akitanyalı Eleanor (1122-1204), devrinin en zengin, en önemli kadınır ama ihtirası ile el attığı herşeyi batırdı.

Anjevin kocası Henry'den olan iki oğlu Richard I (Aslan Yürekli) ve Jean, Anjevinler'in Fransız mülkleri Büyük Anjou ve Normandiya' yı Fransa kralı Capetli Philip II(Augustus)' a kaptırdı. Fransa ilk defa Monarşinin, Gaskonya hariç tamamında hüküm sağladığı bir ulus devlet olma yoluna girmişti. Almanya'da imparatorlar, dükalıkları Capetli Philip II'nin Fransız dükalıklarını hakimiyet altına aldığı gibi asla hakimiyet altına alamadı ve aynı ulus devlet olma sürecine giremedi.

Kızı Matilda, İmparatorluk stem derebeylerinden olan Saksonya ve Bavyera Dükü Welf Heinrich (Aslan) ile evlendi. Aslan Heinrich, İmparator Hohenstaufenli Friedrich I (Barbarossa)' nın 1174 Lombardiya sefereni desteklemedi ve çöküşünü hazırladı.

Ana amaçlarından birisinin Türkler'e yani kaptırılan Urfa Kontluğu'nun yeni fethi olan 2. Haçlı Seferi (1145-1149) esnasında Antakya Prensi olan amcası Raymond'un Urfa'nın başına geçmesini destekledi ve öncelikle Kudüs'e uğramak isteyen kocası Capetli Louis VII ile arası açıldı. Kralı ve Kraliçesi sorun yaşayan Fransız ordusu, İmparator Hohenstaufenli Conrad III ve Babenbergli Otto'nun komuta ettiği Alman Ordusu'nun da yololması ile geri çekilmeye zorlandı. 2. Haçlı Seferi Orient'te bir faciaydı ve Zengiler'in Urfa fethini tescilledi. Zengiler'in yakın çevresinden çıkan Selahaddin Eyyubi çok geçmeden başa geçerek Kudüs' ü fethetti.

25 Ağustos 2011

Aziz Yıldırım Hitler'e,son yılların en zengin ve başarılı klübü olmuş Fenerbahçe de Hitler'in Almanyası'na benzetiliyor da,bu pek doğru değil. Yani doğru olmamasının sebebi Nazi Almanyası'nın çok daha domine edici olması ve daha önemlisi Hitler'in dehası.

Biraz Mit kıralım.

1)Harpten sonra v.Manstein başta olmak üzere hemen bütün Alman generalleri kendilerini aklayabilmek için Hitler emretti biz yaptık tezini öne sürdüler. BU yanlıştır. Aksine Hitler'in en yakınında olan Wilhelm Keitel (Alman Silahlı Kuvvetler-OKW Genelkurmay Başkanı) Sovyet işgaline karşı çıkmış, Prusya'nın asil subayları v.Brauchitsch (Alman Kara Kuvvetleri-OKH komutanı), v.Manstein gibiler ise Sovyetler'in verimli tarlalarında gözler olduklarından Sovyet işgaline destek çıktılar. Tabii Keitel'in Junker(Prusyalı aristokrat) değil de bir hanover asilzadesi olduğunun da altını çizelim. Savaştan sonra ise Keitel asıldı, Prusyalılar yırttı!!!!

2)Hitler 1941 sonbaharı bitiminde Alman Ordusu Moskova önlerine ulaşana kadar başlangıçta hep profesyonellerinin dediklerini yaptı. Sanıldığının aksine ben herşeyi bilirim edası ile hareket etmedi. Polonya, Fransa, Sovyet işgalleri hep v. Manstein, Halder, Paulus, Marcks gibi kurmaylar tarafından planlandı.

3)Hitler hayal dünyasında yaşıyordu, örneğin Sovyetler'in harp kabililyetini küçümsemişti ve hatta Guderian'a senin Achtung Panzer'deki yorumlarını dinleyip Sovyetler'e daha hazır bir şekilde saldırmalıydım demiştir (saldırmamalıydık dedi esasen ama Almanlar er ya da geç Sovyetler'e saldıracaktı). Burada es geçilmemesi gereken ABDnin Sovyetler'e yapmış olduğu inanılmaz yardımlardır.Dünyanın kamyonu, savaş uçağı, hububatı yollandı Sovyetler'e. Açık konuşalım, Hitler de hata yaptı ama Stalin de çok hata yaptı ve ABD yardımları olmasaydı, Sovyetler çökerdi.

4)Aziz Yıldırım başarılı bir işadamı ama Almanya'da üretilen her silahın ay ay üretim miktarlarını hafızasında tutabilecek kadar yüksek dehaya sahip Hitler ile kıyaslanamaz. Aziz Yıldırım'ın kibri de pek kıyaslanamaz Hitler ile, sonuçta Hitler, ABDnin yemeyip içmeyip desteklediği Sovyetleri yıkarak Volga' ya dayandı. 1941'de 200 milyon olan Sovyet nüfusu 1945'te 160 milyona gerilemişti. İzin verelim de adam biraz kibirlensin.

5)Bu arada deha deyince aşağılık olduğunu reddedecek değiliz. Alman toplama kamplarında kaç kişinin yokedildiği konusunda bir rakam veremem. Ama Alman Savaş makinesinin nüfusunu 40 milyon azalttığı Sovyet coğrafyasındaki kıyımlarını varın siz tahmin edin.

6)Toplama kamplarının en büyük kurbanlarının Yahudiler olduğu büyük palavradır. Toplama kamplarının kral dairesi politik bloktu. Evet, 4 büyük Polonya kampı Auschwitz-Birkenau, Sobibor, Treblinka, Chelmno' da en çok Sovyet esirler yokedildi. Yahudi de çok katledildi, yanlış anlaşılmayalım ama sıraları 2. liktir.

21 Haziran 2011

Investiture Krizi: yani Salian hanedan döneminde (1024-1125) başlayan Papalık makamı üzerindeki Alman İmparatorları hegemonyasına karşı otonom Papa yandaşlarının isyanı.

Bugün devletimizde vukuu bulan devletin dine tahakkümü ve dinin devlete tahakkümü gayretlerinin çatışmasını Avrupalılar bundan 1000 yıl önce yaşadılar.

Bu krizin taraflarını anlatmak gerekirse, taraflardan seküler yani laik olan kesim dini yetkisi olmayanlar ve ecclesiast kesim yani dini yetkisi olan ruhban sınıfıdır. Asıl terminolojiye bakarsak dini yetkisi olmayan her insan sekülerdir yani laiktir.

1125 Worms Konkordatı ile biten bu krizin sonucunda, Almanya/Mukaddes Roma İmparatorları ile Papalık bir uzlaşmaya vardı. Her iki kesim de birbirine tahakküm kuramadı. Mücadelenin ana sebebi olan Psikopos/Başpsikopos atamalarında Mukaddes Roma/Alman İmparatorları' nın da sözü geçti.

Salian hanedandan sonra Alman Roma İmparatorluğu' nda Kürfurst(seçmen prens) makamı kuruldu ve imparator 7 Kürfurst tarafından seçilmeye başlandı. Bu Kürfurstlardan 3' ü dini vatandaşlardı: Mainz, Köln ve Trier Başpsikoposları. Kürfurstlar' ın 4'ü ise seküler yani dini yetkileri olmayan Bohemya Kralları, Ren Palatine Kontları, Saksonya Markgrafları ve Brandenburg Markgrafları idi.

Kısaca Müslüman dünyada yaşayan herkes sekülerdir. Dini kullanarak devlet kontrolünü ele geçirmeye çalışan kesim ile Katolik Avrupa' nın ecclesiastic kurumları asla bağdaştırılamazlar.

21 Mayıs 2011

İnsanlık tarihinin en büyük istilasının 70. yıldönümüne 32 gün kaldı: Barbarossatag 22 Haziran 1941.

Bu büyük istila, Almanlar' ın Slav ülkelerini Hristiyanlaştırma (Wend Haçlı Seferleri) geleneğinin yanında Nasyonal Sosyalist(bugünkü dile çevirmek gerekirse düpedüz faşist) ideolojini kendine en büyük tehlike olarak gördüğü Sosyalizmi yoketme çabasıdır.

Nitekim bu büyük istilanın tarihsel görevlerinin altını çizmek üzere de devrin Alman Ülkü Ocakları başkanı Adolf Hitler, 1155-1190 arası Alman İmparatorluğu ve Alman Ülkü Ocakları başkanı "Swabia Dağı kadar Alman, Palatine tepesi kadar Katolik" Friedrich Barbarossa' nın adını verdi.

Bu planın tabii ekonomik yönleri de vardı. Belarus ve Ukrayna' nın doğal/endüstriyel kaynakları Almanlar için olayın ekonomik sebepleridir.

22 Haziran' da başlayan bu Alman taarruzu, Kuzey, Orta ve Güney olmak üzere 3 ordu grubu ile başladı. Führerdirective 21 (18 Aralık 1940' ta yayınlandı), bu harekatın ana maddelerini belirlemiştir:

1) Güney Ordu Grubu' nun stratejik hedefi Ukrayna ve Kafkaslar' ın kontrolü
2) Kuzey Ordu Grubu' nun stratejik hedefi Leningrad bölgesi.
3) Merkez Ordu Grubu' nun stratejik hedefi ise orta bölgedeki Sovyet ordusunun imhası + Kuzey ve Güney Ordu Gruplarına yardım.

Tabii bütün hedeflere ulaşıldığında da, genel Alman tarruzu ile Astrakhan-Archangel hattına kadar Alman işgali.

Ben çok fazla detaya girmeyeceğim. KOmutanların "von ..." soyadlarını buraya yazarak da işi karıştırmak gerekmez. Twitter sayfamda görülen resim, kütüphanemin 2. Dünya Savaşı ve 1. Dünya Savaşı bölmesi. Sadece bazı gerçekleri sıralamak istiyorum.

1) Almanlar' ın hiçbir zaman Rusya kışının soğuk olması ile ilgili bir problemleri olmadı. Zira aynı kış şartları Sovyet ordusunun da canını fazlası ile yakıyordu.

2) Harekatın başlarında, Almanlar' ın çok önemli başarılar elde etmelerinin en önemli sebebi, Sovyet ülkesindeki Sosyalizm karşıtlarının gönülsüz harbetmesidir. Ancak Almanlar' ın cephe gerisi temizlikçileri SS-Einzatzgruppen' lerin insanlık dışı muameleleri, Sovyet halkınının yüzünü ana vatanlarına döndürdü. Hitler Almanya' sının SS birlikleri, Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği' ni bile arattı yani. Sovyet halkı bu harbe topyekün inanmışken, Almanya' da böyle bir durum söz konusu değildi. Bu Almanya' nın bir grup faşist yönetici ve maceracı aristokrasisinin harekatıdır.

3) Yalnız asla bu zaferi Sovyet halkının da diyemiyorum. ABD' nin 8. Hava Kuvvetleri, Gündüz Bombardıman stratejisi ile Almanya' nın savaş üretimini çok yaraladı. Nitekim 1943 yazındaki Zitadelle faciasından sonra Alman Endüstrisi, askeri ihtiyaçları karşılayamaz hale geldi.

4) Sovyet Genelkurmay'ı cephe isteklerine hep kulak verdi. Genelkurmay reisleri Zhukov ile Vasilevski, Rokossovsky, Yeremenko, Konev gibi cephe komutanlarının isteklerine uygun stratejiler/operasyonel planlar belirlediler. Oysa ki Almanya' da bir bilen adam vardı daima.

Bu harbin ölüm bilançosuna gelince. Doğu cephesinde 5 milyon civarı Alman Askeri hayatını kaybetmişken, 11 milyondan fazla da Sovyet askeri hayatını kaybetti.

Tabii bunlara Alman konsantrasyon kamplarının kurbanlarını eklemek lazım ki, Auschwitz-Birkenau, Sobibor, Treblinka gibi kamplarda asıl Yahudiler değil, Sovyet vatandaşları katledildi. Yahudiler' in bu konudaki duygu sömürülerine aldanmayın, en kötü bloklar "politik tutuklu" bloklarıydı.

1941 yılında Barbarossa günü (Barbarossatag) dan önce 200 milyon olan Sovyet nüfusu, 8 Mayıs 1945 VE-day' de, 160 milyona düşmüştü. İşte Nazi Almanya' sının Sovyetler Birliği istilasının sonuçlarının en önemli göstergesi bu rakamdır.

Bu tarz deneme karalamalarına 22 Haziran' a kadar devam etmeye çalışacağım.

18 Mayıs 2011

Avrupalılar, Batı Roma İmparatorluğu' nun yıkıldığı 476 tarihinden itibaren otoriter merkeziyetçi imparator yönetimi altına girmediler. Bir mukayese yapmak gerekirse bizim ancak 1922 yılında otoriter merkezi imparator yönetiminden çıkabildiğimizi hatırlayalım.

Batı İmparatorluğu' nu izleyen günümüz Fransa, Almanya, Benelux, İsviçre, Kuzey İtalya ve Avusturya coğrafyası sırayla Merovenj (466-752) ve Karolenj (754-843) hanedanlarınca yönetildiler. Verdun Antlaşması ile Karolenj Mülkü üçe bölündü ve bu devletin Batı parçasından Fransa, Doğu parçasından ise Almanya oluştu. Lothar' ın orta parçasının feodal yapısı zamanla güçlendi ve bu parçanın bölgeleri 1945 Mayıs' ına kadar el değiştirdi. Ancak Doğuda Almanya, Batıda Fransa, Batı İmparatorluğu' nun iki ana mirasçısı olarak varlıklarını günümüze kadar sürdürdüler.

Karolenj Hanedanı' ndan sonra Kutsal Roma tahtını elde eden Alman(Asıl Batı İmparatorluğu' nun Doğu parçası) Ottonian(962-1024) ve Salian(1024-1125) hanedanlar, Cumhuriyetimizin kuruluşundaki refleksine benzer bir şekilde dini otoriteyi kontrol altına almaya çalıştılar. Özellikle Salian Hanedandan Henry III(1017–1056), Alman İmparatorları' nın kilise üzerindeki kontrolu doruk noktaya ulaştı, Papalık makamı Alman İmparatoru' nun bir bürokratik kurumuna dönüşmüştü. Tabii dinin etkisi insan hayatında büyük. Otonom Papalık taraftarları, Almanya' da çeşitli karışıklıklar çıkartarak Henry III' ün torunu Henry V' in döneminde Worms Konkordatı' nın imzalanmasını sağladılar. Bu Alman İmparatorluğu için bir zafer değildiyse de, asla mağlubiyet de değildi. Zira imparatorluk makamı, büyük çerçeve imparatorluk varislerinden Fransa' da değil, Almanya' da bulunmaya devam ediyordu. Alman İmparatorluk makamı, Papalık makamına diz çöktürememişti ama Papalık kontrolüne de girmemişti.

Avrupa' nın bu döneminde (Papa-İmparator kavgasında) gerçek anlamda yükselişe geçen orta sınıf aristokrasisi oldu. Dükalıklar, Kontluklar gibi prensliklere sahip olmayan ama yetenekli şövalye kastı güçlerini en çok bu dönemde arttırdı. Fransa ve Almanya' da bu kasta ministerial denir, ben düz bir tabir kullanarak bu kasta toprağı olan ama kont ve dük gibi prenslik ünvanı olmayan şövalyeler demeyi tercih ediyorum.

İngiltere' de Magna Carta ile antlaşma formunda gördüğümüz bu aristokrasi-monarşi dengesi, Fransa' da Estates de Realm, Almanya' da ise İmparatorluk Dietleri olarak karşımıza çıkıyor. Bizden ileri gitmiş Batı' nın, İslam ülkelerinden en büyük farkı budur. İslam devletlerinde Sultan ve kulları varken, Batı' da monarşilerden çok daha farklı ve monarşilere karşı kanuni hakları olan kastlar mevcuttur.

Örneğin Fransa' da Estates de Realm' i oluşturan 4 temel grup: Monarşi(Masanın başı), Aristokrasi (Monarşinin sağında oturur), Avam (Monarşinin solunda oturur) ve Dini kast (Monarşinin karşısında oturur). Evet bizde karşılığı Allahsız Gomonizlik olan "Sol", köken ve hali hazırda asli fonksiyon olarak avamın hakkının temsilidir. Bizde hiçbir zaman oluşamamış sol, Fransa' da 1789 yılında devrim yaparak Estates de Realm' in elinde bulunan toprakları ele geçirmiştir.

Avrupalılar bugünlere kolay gelmediler. 476' da dağılan imparatorlukları, yine aynı yıllarda Clovis tarafından kurulan Merovenj hanedanı tarafından devralındı. Ottolar ve Salianlar döneminde yine bir otorite girişimi söz konusu iken, Kilise-Devlet kavgası ile zengin alt sınıf ile orta sınıf yükseldi, baronlardan yeomanlara bu sınıf mensupları kanunlarla hakları belirlenmiş bireyler haline geldi.

Katetmemiz gereken yollar nedir, Avrupa' nın 100 yıl mı gerisindeyiz 1000 yıl mı gerisindeyiz sorusuna cevap bulmak zor. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu, Batı Roma' ndan 1450 yıl sonra yıkıldı. Ama Devlet-Din kavgasını ise ülkemiz Batı Avrupa' dan 1000 yıl kadar sonra yaşadı. Şu an Türkiye' de bir zengin alt sınıf yükseliyor ama aynı durum orta sınıf için geçerli değil.

Türkiye' de orta sınıf oluşunca, yani bir avuç azınlık dışındaki insanlar da birey olunca, makas kapanacaktır. Türkiye' deki devletin dine tahakküm çabası ya da devleti ele geçirmek isteyenlerin dini kullanmaları Avrupa' nın 962-1125 arası yaşadıkları ile eş değer tutulabilir. Ancak bu anlamsız kavgada yine de kazanan Türkiye olacaktır. Seküler olsun dini olsun baskıcı kesimlerin mücadelelerinden bıkan yepyeni bir nesil doğmakta. Nitekim artık sol eskisi gibi Allahsızlık olarak görülmüyor, bugün dindar kökenden gelen partiler de sosyal konulara eğilmeye başladılar. Türk orta sınıfının yükselişi de sanıyorum bu şekilde olacak.

Siyasi duruşu hakkını savunmak olan insan bireydir. Birey olamamış insanların demokrasisi ise çoğunluk faşizmidir. Ancak bedavadan da birey olunmaz. Toplumlar, yaptıkları hataların bedellerini ödeyerek bireyleşirler. Ben bu sebeple karamsar olunmaması taraftarıyım.

10 Mayıs 2011

Biz burada İskoçya' daki toprak reformlarından ve milyon dönümlük toprakları olan Dükalık topraklarının kiracılarına uygun bedeller karşılığında devredilmesinden bahsederken, bir yeni bomba daha düştü. İskoçya' da iktidardaki İskoç Ulusal Partisi ayrılık melodilerini iyiden iyiye mırıldanmaya başlamış.

Öncelikle belirtelim, İskoçya ile İngiltere' nin ya da Katalunya ile Kastilya' nın aralarındaki münasebeti Türkler ve Türkiye' nin öteki azınlıkları ile bağdaştırmak son derece yanlıştır. İskoçya ve İngiltere, 1371-1707 yılları arasında İskoç tahtında bulunan Stuart Hanedanı' nın bir üyesi olan James IV (1566-1625), 1603 yılında İngiltere Kraliçesi Elizabeth I çocuksuz ölünce İngiltere tahtını da kazandı ve İngiltere tahtına James I olarak geçti. Bu şekilde İngiltere ve İskoçya aynı kral tarafından yönetilmeye başladı.

1707 yılında Anne döneminde ise, İskoç Parlemento' su Birleşme Kararı' nı onayladı ve İngiltere ve İskoçya Kraliçesi Anne, Büyük Britanya Kraliçesi olarak tanındı.

Bu arada not düşelim, Katalan(Aragon) ve Kastilya krallıkları da miras yolu ile birleşmiş devletlerdir (Kastilya Kraliçesi Isabel ile Aragon Kralı Ferdinand' ın evliliği ile).

Tabii Britanya adasındaki bu türbülansın sebebi devletin topraklarının yüzde 60' ının, sayıları binlerle verilebilecek aristokrasinin elinde olması ve bu durumun Britanya' da ciddi rahatsızlığa yol açmasıdır. Sermaye karşıtı değilim ve bir ailenin 1000-10000 dönüm arası topraklara sahip olmasını çok sağlıklı bulurum. Ancak milyonlarca dönümlük topraklara sahip olunması, ülke sermayesinin tabana yayılmasını engeller. Fransa yaşadığı ihtilal ile, Almanya ise 30 yıl harplerinden beri topraklarında cereyan eden kanlı savaşların sonucunda toprak reformunu bir emrivaki ile gerçekleştirdi. Britanya' da da bu reform gerçekleşecek ve ilk adım da İskoçya' da zaten atılmıştı. Bu adımlar da sanıyorum İskoçya' nın Britanya Birliği' nden ayrılması ile hızlanacaktır.

Braveheart (1995) filmi sizi yanıltmasın, İskoçya hiçbir zaman sürekli bir İngiliz hegemonyası yaşamadı. İskoç Aristokrasisine mensup olan Franko-Norman Balliol ve Bruce aileleri ile İngiliz Kraliyetine sahip olan Fransız Anjou ailesi, İskoçya Kraliçesi Margeret' ın 1290' da ölümü ile taht iddiasına girişti. Önce Anjou' lardan Uzunbacaklı Edward I, 1292 yılında John Balliol' u destekledi ama Balliol' un kendisini satması yüzünden 1296' da İskoç tahtına el koydu. Bu onun hakkıydı zira kız kardeşi Margeret, İskoçya' yı 1249-1286 arası yöneten Alexander III' ün karısıdır.

Yani bir kere Uzunbacaklı Edward I Fransızdır. Ayrıca kız kardeşi bir İskoç Kralı ile evlidir. İskoç tahtında hakkı vardır. O dönemde ise milli iradeler yoktur, tek kimlik Katolik Hristiyanlıktır. Toprakların sahipliği ise veraset ile mümkündür. Ama bu mücadeleden 1314 yılında İskoç Aristokrasisi içindeki bir Franko-Norman aile olan Bruis (Bruce) ailesi galip gelecektir. İskoçya ile İngiltere, 1603' te Stuart ailesinin her iki devletin başına geçmesi ve akabinde 1707 yılında devletlerin birleştirilmesi anlaşması ile birleştiğinin altını yeniden çizelim.

Dip not olarak Türkiye' deki Kürtler' in kollektif haklarını elde etme amaçlarına saygı duyuyorum, ancak Katalanlar ya da İskoçlar ile aralarında bir analoji kurmalarının bilimsel açıdan hiçbir dayanağı olmadığını belirterek konuyu kapatayım.

2 Mayıs 2011

Kanal İstanbul konusunda aklıma gelenleri yazayım dedim. Kanal İstanbul' un ekonomik katkıları konusunda yorum yapabilecek donanımım yok. Doğa dengesine etkileri için de pek birikimim olduğunu söyleyemem.

Ancak benim asıl ilgi alanım askeri tarih. 2. Cihan Harbi konusundaki en fazla ilgi duyduğum alanlardan birisi de Alman-Sovyet cephesidir.

Barbarossa Harekatı' nın final evresi olarak kabul gören Führer Directive No 21' in iki ana hedefi Kuzey Ordu Grubu' nun Leningrad ve civarı ile Güney Ordu Grubu' nun Ukrayna ve Kafkaslar' ı kontrol altına almasıydı. Alman savaş makinesi her iki hedefe de oldukça yaklaştı. Almanlar' ın 1941 yazı Barbarossa harekatında Rostov' a, 1942 yazı Mavi harekatında ise Volga' ya dayanması ile Türkiye Sovyetler Birliği' ne direk yardım etmeye karar vermiş olsaydı bile Karadeniz ikmal yollarının Rusya için pek de bir önemi kalmamıştı. Bu sebeple zaten Sovyetler Birliği' ne (Lend&Lease;)ikmalleri Kuzey Denizi' nde Murmansk' tan ve daha yoğun olarak Güney' de İran üzerinden yapıldı. Bu sebeple ben Boğazlar' ın Rusya için üst seviyede hayati bir deniz ticaret yolu olduğuna inanmıyorum.

Montrö konusu da sıklıkla gündeme getiriyor, Montrö' nün hayati anlamda kabul edilecek tek önemli kısmı savaş gemileri rejimidir. Yapılacak bir kanalda (bu kanal Ege denizine ulaşmalıdır) dünyadaki bütün devletlere sınırsız hak sağlanması (mesela bir Amerikan Uçak Gemisi görev gücünün Karadeniz' e girmesi gibi) bizi istemediğimiz mecralara sürükleyebilir. Bu tabii mevcut planda pek söz konusu değil zira Çanakkale Boğazı tek geçiş yolu ve bir görev gücü Marmara' ya girmeden Karadeniz-Marmara kanalı kullanamaz.

Kişisel kanımı belirtmem gerekirse, ekonomi alanında bir birikimim yok ancak bedava olan bir İstanbul Boğazı varken (Montrö bize tonaj başına 48 altın frangı hakkı vermiştir ama bu hakkı enerji konusunda dışa bağımlılığımız sebebi ile kullanabileceğimizi sanmıyorum) kimsenin kanaldan geçmeye yelteneceklerini sanmıyorum. Mevcut projede bu kanalın uluslararası fonların katkıları ile yapılması düşünüldüğü belirtildiğinden zaten uluslararası camia bu konuya karar verecektir ve benim burada belirtmiş olduğum hususun haklı olup olmadığı anlaşılacaktır.

Bence bu kanal projesine eleştiriler de, övgüler de gereğinden fazla yapılmaktadır. Alman-Sovyet Harbi, Karadeniz' in çok da hayati olmadığını, Ukrayna' nın savunmaya elverişli olmayan bir coğrafyaya sahip olması sebebi ile Rusya' nın hayati ikmal yollarının Murmansk ve İran-Hint Okyanusu hattı olduğunu tekrar belirterek boğazlarımızın Rusya' nın ulusal güvenliği açısından ikinci planda olduğunun tekrar altını çizmekte fayda görüyorum. Tabii bütün bunlara rağmen Rusya, Karadeniz' de bir Amerikan donanması kabul etmeyecektir, kanalın gidişatı konusunda da emin olunuz Rusya olaya müdahil olacaktır. Kanalın ekonomik bir avantajı olacaksa, askeri kullanımı sınırlandırılmış bir kanal kazanabiliriz. Ama bu konuda yorum yapabilecek birikime sahip değilim.

Siyasi açıdan ise kişisel kanaatim, bu projenin Tayyip Erdoğan' ın cehaletinden kaynaklanan bir heyecan olduğudur. Yılların getirdiği gelir dağılımı adaletsizlikleri, cehalet, siyasi akımların karşılıklı hataları Türkiye' yi Recep Tayyip Erdoğan gibi bir başbakan tarafından yönetilecek günlere getirdi. Başbakanımız kavgacı ve gerilimci bir mizaca sahip olması sebebi ile her ay bir tartışma bir kutuplaşma yaratıyor memlekette. Girdiği her seçimi kazanacağına inandığım başbakanın artık söz verdiği gibi siyaseti bırakmasını bekler olduk. Allah daha kötü iktidarlardan saklasın.

2 Mayıs 2011

Bin Ladin gerçekten bir ibret öyküsü. Emir Timur' un en sevdiğim sözünü hatırlattı bana: "yenebileceğinle savaş, yenemeyeceğinle uzlaş". Dünyanın en zengin coğrafyalarından Amerika, Avrupa ve Rusya' da Hristiyan toplumlar yaşarken, en fakir coğrafyasında ise Müslümanlar yaşıyor. Pakistan' ın belirli kısımlarını, Endonezya' yı, Türki Devletleri saymazsak ki Arap coğrafyasından bahsediyorum, Arap-İslam dünyası çöller üzerinde kurulu. Sahip oldukları tek zenginlik olan petrol gelirlerini hem tabana yayamadıklarından, hem de gelirlerini doğru değerlendiremediklerinden de yukarıda saydığım birkaç Müslüman ülke dışında Müslümanlar' ın ekseriyetinin fakirlik kaderi olmaya devam edecek.

Ben İslam Dünyasının Endonezya ile birlikte en büyük tarım ülkesi olan Türkiye' nin, ABD' nin ve Fransa' nın tarımsal (mısır, pamuk, çeltik, buğday) üretim rakamlarını sizlerle paylaşayım ve yorumu size bırakayım. Geliri tabana yayılmış olan ve orta sınıfın en önemli geçim kaynağı olan sektör tarımdır. Neden Batı' nın daha zengin olduğunu umarım anlatabilmişimdir.

MISIR/EKİLİ ALAN(Ha)/ÜRÜN(Ton)
ABD/32.209.277/333.010.910
FRANSA/1.679.800/15.299.900
TÜRKİYE/591.279/4.250.000

MISIR (YEŞİL)/EKİLİ ALAN(Ha)/ÜRÜN(Ton)
ABD/248.095/4.223.040
FRANSA/26.000/550.000

PAMUK/EKİLİ ALAN(Ha)/ÜRÜN(Ton)
ABD/3.112.270/6.330.180
TÜRKİYE/419.873/1.725.000

ÇELTİK/EKİLİ ALAN(Ha)/ÜRÜN(Ton)
ABD/1.255.753/9.972.230
FRANSA/24.200/138.100
TÜRKİYE/96.441/750.000

BUĞDAY/EKİLİ ALAN(Ha)/ÜRÜN(Ton)
ABD/20.181.081/60.314.290
FRANSA/5.146.600/38.324.700
TÜRKİYE/8.026.898/20.600.000

1 Mayıs 2011

Altan biraderler ve diğer neoliberal/libertaryan cenah mensuplarının bugün kafalarını duvarlara vurmalarına çok da şaşırıyor değilim. İnsan ve toplum doğasına aykırı bir düşünce olduğu defalarca kanıtlanmış olan düşmanımın düşmanı dostumdur mottosu ile bugüne kadar yaşamlarını sürdürdüler ama artık mızrak çuvala sığmaz oldu.

1 Mayıs geldi çattı. Bizim gibi bilgiye aç insanlar için 1 Mayıs, işçi bayramından ziyade Sovyetler Birliği' nin Alman tehdidini ötelediği 1945 Nisan ve Mayıs aylarını en sembolik günlerinden birisi olarak kabul görür. Bu dönemler çok önemlidir zira Avraysa kıtasına ve haliyle dünyaya Sovyetler Birliği mi ya da Nazi Almanyası mı hakim olacak sorusunun cevabının resmiyete döküldüğü tarihtir bu tarih. Gerçi öylesine yıprattılar ki birbirlerini, Dünya Hakimiyeti, ABD' nin kucağına düştü ama konumuz bu değil.

Ben konunun ana fikrine gireyim: 1945 kıyımları hiç yaşanmayabilirdi, eğer 20 Temmuz 1944 darbesi başarılı olsaydı. Darbeci kadronun jönü Ludwig Beck; ana planlayıcıları Henning von Tresckow, Hans Oster ve Claus Graf von Stauffenberg bir girişimde bulundular ve Bagration-Normandiya ikili saldırıları döneminde Hitler' i yokederek Müttefiklerle artık gereksiz kıyımları sonlardırmak için bir barış antlaşması imzalamak amacındalardı.

Kimse şaşırmasın, Hitler' i yoketme operasyonu planlayıcıları Oster, Stauffenberg ve Tresckow 1930-33 arasında çok önemli konumlarda olmayan genç subaylardı ama önderleri Ludwig Beck, Hitler' i tanıklık ederek ipten almış bir şahsiyettir. Hatta Beck 1930 yılında Nazi Partisi üyesi olduğu iddiası ile yargılanmıştır.

Sebep basittir. Hitler, Napoleon, Tayyip Erdoğan gibi ileri seviyede kabiliyetli ama maceraperest şahsiyetlerin yükselişleri kendi dönemlerinden önce oluşan türbulansların sonucudur.

Fransız halkına göre 7 yıl savaşlarında Fransa' nın yeri Habsburglar' ın Katolik Alman bloğu değil, Hohenzollernler' in Protestan Alman bloğu' nun yanıydı. Fransız halkı bu hatanın diyeti olarak, önce kendi Asil kastını yoketti, ardından da Napoleon başa geçti.

Alman halkına göre 1. Cihan Harbi' nde işler, teslimiyeti gerektirmeyi bırakın stratejik bir mağlubiyet bile söz konusu değilken, Alman sosyalistlerinin Almanya' yı içten yıkması ile mahvolmuştu. Evet bizim Almanya yenildi biz de yenildik şövenist palavrası bir saçmalıktır. Biz teslim bayrağı çektiğimizde Alman ordusu hala düşman topraklarında Fransız-Amerikan-Britanya ordularına ot yolduruyordu.

Tayyip Erdoğan arifesi Türkiye' de 7 yıl Harpleri gibi, 1. Cihan Harbi gibi büyük felaketler yaşanmadı. Bizde iktidar, Bourbon' ların hesabı sorulacak, Almanya' yı içten yıkan Komünistler yakılacak sloganı yerine, daha küçük çaplı bir ekonomik krizin ertesinde "hortumları keseceğiz" sloganı ile geldi. İlk dönemlerde, askerden çok çekmiş ve Sovyetler' in Türkiye' de hakim olamayacağını anlayarak bükemediği eli öpen sosyalistten libertaryana dönme kesim, bu oluşumdan çok umutluydu. Düşmanlarının düşmanı onlar için bir dosttu. Ancak dünya askeri tarihi birşeyi hep acı tecrübelerle öğretir. Düşmanın düşmanı asla ama asla dost olacak diye bir tabiat kanunu yoktur.

Büyük ihtimalle 12 Haziran 2011 seçimlerinden sonra yeniden güçlü bir Tayyip Erdoğan iktidarı Türkiye' yi beklemekte. Çünkü 1774 yılından beri vukuu bulan mağlubiyetler, Balkan Harpleri' nden itibaren süregelen toplumsal fakirlik AKP' nin bir dönem daha iktidarı ile etkilerini göstermeye devam edecek.

Burada sorulması gereken soru şu: Tayyip de bir Hitler ya da Napoleon gibi ulusunu maceralara sürükleyecek mi? One Minute gibi Mavi Marmara gibi olaylar, Tayyip Erdoğan' ın maceracı iç yapısının dışavurumu, bunda kesinlikle şüphe duymayın. Ancak Tayyip Erdoğan' ın (çok şükür) bir eksiği var, kendisinin bir ordusu yok. Versailles antlaşması sonrası Alman Ordusu' nun subay sıkıntısı vardı ve 1930' ların Alman Ordusunun yeniden oluşumu esnasında subay sıkıntısı Nazi Partisi sempatizanlarının subay olarak istihdam edilmeleri ile giderildi. Alman Ordusunun 39-45 arası belkemiği olan Binbaşı-Tümgeneral rütbelerinde çoğunluk NSDAP sempatizanlarından oluşuyordu. Napoleon ise bambaşka bir konudur zira kendisi Hitler gibi bir idari/siyasi deha olmakla beraber aynı zamanda taktiksel/operasyonel ve bana kalırsa stratejik bir dehaydı, bu da Fransız Kraliyet-Karşıtı subay kastı için Napoleon taraftarı olmak için yeterli bir özellikti.

Tayyip Erdoğan' ın emrinde bir ordusu yok. Bu orduyu kurabilecek bir altyapısı hele hiç yok. Son helikopter ihalesinde Emniyet Genel Müdürlüğü için alınan 20 adet UH-60 Kara Şahin helikopteri de EGM' ye stratejik bir güç katmayacaktır. Nitekim Tayyip Erdoğan' ın Mavi Marmara macerasına İsrail' in yapmış olduğu askeri müdahaleye askeri bir cevabı olamamıştır. Sonuçta Türk Polisinin faşizan gücü İsrail' de geçersizdir.

Bu sebeple benim kanaatim, Tayyip Erdoğan bir Napoleon ya da Hitler gibi bölgesel/küresel bir çatışma yaratamadan sahneden silinecektir. Ne de olsa bütün insanlar ölümlüdür ve ben Tayyip Erdoğan' ın kalan ömründe kendi özel harbinde savaştıracak bir ordu kurabileceği ihtimali olduğuna inanmıyorum. Maceraperest liderlerin peşinden harbe girmek kötüdür çünkü Napoleon Fransa' nın 1648' de, Hitler de Almanya' nın 1871' de ele geçirdiği Avrupa' nın liderliği tahtını derdest etti. Savaşta maceraya yer yoktur.

1 Mayıs 2011

Britanya' nın 2 nolu veliahtının bir avam mensubu ile düğünün bu kadar ilgi çekmesini görünce aklıma atası Normadiya Dükü Robert' ın Herleva ile aşkı geldi. Yıl ta M.S. 1020ler, bir cenazecinin kızını görüyor ve kendini kaptırıyor bizim koskoca Normandiya Dükü Robert ki kendisi Kuzey Fransa' nın en önde gelen siyasi figürlerindendir. Ama kız alt tarafı bir cenazecinin kızı, kolay mı Normandiya Dükü ile evlenmek. Hemen beri yanda Boulogne dükü Eustace' nin karısı aşağı Lotharingia Dükü Charles' ın torunu ki Charlesmagne soyundan gelir bu zat-ı muhterem. Ne yapsın gizli gizli evleniyor gariban kızı Herleva ile bizim Normandiya Dükü muhteşem Robert. İşte İngilitere' yi 1066 yılında istila edip Tyre nehri güneyindeki bütün İngiliz topraklarına el koyup kendisine ve taraftarlarına dağıtan (hala bu aileler İngiltere' nin topraklarının `' ına sahipler) Guillame Le Conquerant (William the Conqueror der İngilizler), Robert ve Herleva' nın oğludur.

1 Mayıs 2011

Hazır Britanya' nın iki numaralı veliahtının düğün töreni gündemimiz, bizdeki cahil muhafazakar kesim kendi kendine sormayı yoğunlaştırmıştır: "Neden bizde Osmanoğlu hanedanı iktidarda kalamadı".

Gelişmiş ülkelerde muhafazakar kesim genelde eğitim düzeyi yüksek, stoacı insanlardan oluşur. Bizde ise ulusal tabiatımızın da getirdiği gibi, eline kitap almaya korkan adamlardan müteşekkildir muhafazakar kastımızın omurgası.

Öncelikle monarşi, hatta genelleyelim her çeşit iktidar, zaferlerle kazanılır, mağlubiyetlerle yitirilir. 1. Cihan Harbi' nin baş mağlubu Hohenzollern hanedanı Alman İmparatorluğu tahtını, yardımcı mağlupları Romanovlar Rusya tahtını, Habsburg-Lorraineler Avusturya-Macaristan tahtını, Osmanoğulları da Türkiye tahtını yitirdiler. Ayrıca Batı Avrupa' nın Almanlarla beraber bir demirbaş ülkesi olan Fransa' da da Bourbon (Capet) hanedanının, 7 yıl harplerinin yarattığı türbulansla beraber Fransız devrimi ile devrildiğini not etmeliyiz.

Britanya Adası için ise ayrı parametreler söz konusu. Avrupa' da M.S. 843 Verdun antlaşmasından beri süre gelen Alman-Fransız hakimiyet kavgası ile aradan sıyrılan Britanya sadece 1066 yılında bir Kuzey Fransız ordusu tarafından istila edildi. 25 Ekim 1066 (Hastings Muharebesi) tarihinden itibaren Tyre nehri güneyindeki bütün İngiltere topraklarına sahip olan 5000 kadar Fransız aristokratı da bu toprakların son fatihi oldular.

Protestan Almanlar ve Fransızların ittifakı ile Katolik Almanlar ve İspanyollar arasında vukuu bulan 30 yıl harbi (1618-1648) Britanya' yı vurmadı. Alman Habsburg-Fransız Bourbon hanedanlarının İspanya için çekişmesi Britanya topraklarını vurmadı. Avusturya veraset harbi Britanya' yı vurmadı, çünkü İspanya verasetinde olduğu gibi bu veraset mücadelesi de bir Alman-Fransız kapışmasıydı. 7 yıl harpleri Fransa' yı en büyük düşmanı Katolik Almanlar ile ittifaka itti (Marie Antoinette von Habsburg' un Fransa' ya gelin gitmesi bu ittifakın bir ürünüdür, katli de bu ittifakın halkta yaratmış olduğu duyguların dışavurumudur) ve yine yıpranan Almanya ile Fransa oldu. Napolyon Harpleri, Kuzey Alman Konfederasyonu' nun Avusturya ve Fransa' ya karşı vermiş olduğu harpler, 1. Cihan Harbi, 2. Cihan Harbi hep kıta Avrupa' sında geçti. Sonuçta, aristokrasinin gücünün belkemiği olan toprak sahipliği tabana yayıldı.

Britanya ada olması, Fransa ile Almanya' nın birbirlerini yıpratması sebebi ile bu kıyımların hep dışında kaldı. Britanya' nın aslında Fransa ve Almanya' ya göre çok küçük, düşük potansiyelli bir ülke olmasına örnek vermek gerekirse, 13. yüzyıl Fransa' sının nüfusunun 12 milyon, Almanya' sının 9 milyon, Britanya' sının ise sadece 2 milyon olduğunu göstermemiz yeterli olacaktır. Ama işte bu küçük ve ırak olma avantajı Britanya' daki düzenin değişmesine mani oldu ve hala Britanya' da günümüzde yüzbinlerce dönüm civarı topraklara sahip olan aileler var.

İskoçya Parlamentosu, yüzbin-milyon dönümlük arazilerin kiracılarına uygun fiyatlandırmalarla kiraladıkları toprakları satın alma imkanları getirdi, tabii bu kararlara en sert muhalefeti de Buccleuch Dükü (kendisi 1 milyon dönümlük toprak sahipleri zincirindendir) yaptı. Ama bunca büyük toprakların el değiştirmesi kanunnamelerle oldukça zor olacaktır.

Fransız Devrimi' ni eleştiren ve bu devrimi sadece bir Jakobenizm olarak gören Türk muhafazakar yazarları bu ince ayrıntıyı göremiyor. Orleans Dükalığı' nın 20 milyon dönüm toprak sahibi, Alençon Dükalığı' nın 10 milyon dönüm toprak sahibi bu toprakları kanlarını akıtmadan asla teslim etmezdi. Bugün İskoç Parlamentosu Britanya' daki bu çarpıklığın farkında ve kısıtlı da olsa bir mücadele vermekte. İngiliz ve Galler Parlamentoları' nda ben bir gelişme göremedim, belki bu parlamentolar da çalışmalara başlamışlardır. Ancak mevcut durumda, Britanya topraklarının %60' ının hala büyük toprak sahiplerinde olduğunu da belirtmeyi unutmamalıyız. Bu büyük toprak sahibi ailelerinden birisi de Mountbatten-Windsor ailesidir, işte bu sebeple Britanya Tahtında oturuyorlar. Toprak reformu yapılmadan tahttan indirilmeleri halinde ülke topraklarının %60' ını elinde bulunduran ve bu topraklarda yaşayan tarım işçisini her açıdan kontrol eden bu kastın kuracağı siyasal oluşum Britanya' nın en güçlü siyasal oluşumu olacaktır. Bu sebeple de mevcut anayasal monarşinin yürürlükten kaldırılmasına, hiçbir yönetici toprak reformu olmadan cesaret edemez.

Son not olarak belirtmeliyim ki, 500-5000 dönümlük topraklar hem ülke için hem de halk için ideal ve ekonomik olan toprak büyüklükleridir. Sorun, Britanya gibi, devrim öncesi Fransa gibi, Napolyon Harpleri öncesi Almanya gibi milyonluk herbiri kendi başlarına ülke olan toprak sahipliğidir.